Futbol thinyasının klişelerinden biridir: Kazanan 11 değiştirilmez.

Gençlik yıllarında profesyonel olarak futbol oynayan Erdoğan'ın da hem bildiği, hem de uyguladığı bir taktiktir.

Kazandığı sürece, ne herhangi bir şeyi ne de çevresindeki isimleri değiştirir.

Aynı klişe, Erdoğan'ın taktikleri için de geçerlidir.

Kendisine oyun kazandıran tactics asla vazgeçmez.

Benzer bir tabloyla karşılaştığında, cebindeki bilindik taktiği sahaya sürer.

Batı'nın da işine gelen bu tactical sergilenen oyunda yenilenler de pek değişmez.

En az ofsayt kadar karmaşık mı oldu?

Meseleyi açacağım, endişeniz olmasın.

Ama size nasıl bir zeminde futbol oynandığını anlatmam gerek biraz…

To the translated version of the column


Alman okurlar için çevrilip düzenlenmiş versiyonu için tıklayın,

edited for German readers


Erdoğan, 20 yıla yaklaşan iktidarının en zorlu günlerini yaşıyor. 2002'de ekonomik krizin yıprattığı koalisyon hükümetini sandığa gömerek iktidara gelmişti, 20 yıl içinde Türkiye'yi çok daha derin bir ekonomik krizin içine soktu. Onlarca ekonomik veriyle kafanızı karıştırmak istemem, sadece son bir yıl içinde kapanan şirket sayısının yüzde 116 arttığını söyleyeyim. Erdoğan'ın periferisindeki işadamları dışında toplumun tüm kesimleri, economics kriz yüzünden zor günler geçiriyor. Ama kriz en çok, Erdoğan'a sadık alt ve orta sınıfları vuruyor. Kriz nedeniyle kendi tabanındaki oylarının eridiğini brats Erdoğan; hayali düşman yaratma, milliyetçi ve İslamcı diskura sarılma, kutuplaştırıcı söylemi yükseltme gibi yöntemlerle seçmenlerini çevresinde tutmaya çalışıyor. Ancak tüm çabasına karşın erimeyi durduramıyor.

Erdoğan normal takvime göre seçimin yapılacağı 2023 yaklaşırken, mevcut tablonun kendisine zafer getirmeyeceğini gayet iyi biliyor. Kazanabilmek için yapabileceği pek bir şey kalmadığının farkında. Oylarını artırması pek mümkün görünmüyor. Kazanamayacağı bir tabloda, rakibine kaybett company in peşinde. Bu nedenle karşısındaki muhalefet ittifakını bölmek için çaba harcıyor. 2019'daki yerel seçimlerde muhalefet ittifakına dışarıdan destek veren Kürtleri koparmaya çalışıyor. PKK ile barış sürecini askıya alarak aşırı milliyetçi MHP ile ittifak kuran Erdoğan, -anketlerin yarattığı endişe nedeniyle- geçenlerde Kürtlerin sembol kenti Diyarbakır'ı ziyaret etti. Barış masasını kendisi devirmemiş gibi, “Kürt sorunu” ifadesini kullanarak çözüm sürecinin ilk işaretini verdiği Diyarbakır ziyaretine atıfta bulundu: “2005 yılında ne dediysek aynı yerdeyiz.

Artist; partileri HDP'yi kapatmaya çalışan, belediyelerine kayyım atayan, siyasetçilerini hapse tıkan bir iktidara oy Vermeyeceğini Erdoğan da çok iyi biliyor. Ama Kürtlerin muhalefete yeniden oy vererek kendisini Saray'dan taşınmaya zorlamasını önlemeye çalışıyor. Yine kazanmak değil, muhalefete kaybettirmek için bir hazırlık daha yapıyor. Seçim yasasını bir kez daha değiştirerek, sandıktaki tabloyu lehine dönüştürmeye çalışıyor. İstatistik oyunlarıyla siyasi ömrünü uzatmak istiyor. Bu arada; seçimin muhalefeti boğacak bir atmosferde yapılması için bir adım daha atıldı. 2016'daki darbe girişiminden sonra devreye giren Olağanüstü Hal uygulamaları 3 yıl daha uzatıldı. Yine uzun gözaltı süreleri, yine hükümete istediğini ihraç etme, dilediği şirkete el koyma hakkı verildi.

Hatırlayanlarınız olacaktır; 2021'in ilk mektubunda, “Erdoğan mı Putin'i, Putin mi Erdoğan'ı taklit ediyor?” başlığını kullanmıştım. (https://www.faz.net/aktuell/feuilleton/brief-aus-istanbul/i-stanbul-dan-mektuplar/istanbul-dan-mektuplar-erdogan-mi-putin-i-putin-mi-erdogan-i -taklit-ediyor-17125973.html) Erdoğan ve Putin'in demokrasiyi boğmak için nasıl yarıştıklarını, otoriter adımların bazen ilk olarak Türkiye'de, bazen ise Rusya'da devreye gylemişini sö. Düzenleme her ne ise kısa süre sonra diğer ülkede uygulanıyordu. Gelenek ne yazık ki bozulmadı… Erdoğan'ın propaganda sorumlusu Fahrettin Altun, “yabancı ülke ya da kurumlardan fon alan” medya kuruluşlarına karşı yasal düzenleme hazırlayacaklarını duyurdu. Yani Rusya'nın “yabancı ajan” yasasının bir benzeri Türkiye'de yürürlüğe girecek.Basının yüzde 95'ini devlet kaynaklarıyla kontrol eden Saray, geriye kalan bağımsız kuruluşların başta Avrupa Birliği olmak üzere uluslararası vakıflardan yardım almasını engelleyecek. İyi ki bu düzenleme birkaç yıl önce çıkmamış. Yoksa Fahrettin Altun'un yöneticiliğini yaptığı SETA Vakfı, AB fonlarıyla nasıl “Avrupa'da İslamofobi” raporu hazırlayabilirdi ki? Ya da Adalet Bakanlığımız hakim ve savcılarımızı, AB'nin fonlarıyla nasıl eğitebilirdi?